top of page

CEZA HUKUKUNDA TANIKLIK SORUNU

  • avcnrhukuk
  • 27 Oca 2023
  • 4 dakikada okunur

1997 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde Alaska Firbanks’te çığırından çıkmış dört genç adam önlerine çıkan rastgele saldırıyorlardı. Gece olduğunda arkalarında öldürülmüş bir genç ve ağır derecede yaralanmış orta yaşlı Franklin Dayton’u bırakmışlardı. Muhit sakinlerinden Arlo Olson’ın tanık olarak verdiği ifadelere dayanarak 4 şüpheli yakalandı ve suçlu bulundu. Olson ifadesinde şüphelilerin Dayton’a saldırdığını ‘’birkaç blok öteden’’ gördüğünü söylemişti. Daha sonra yapılan keşifte bahsi geçen uzaklığın bir buçuk futbol sahası uzaklığında olduğu belirlenecekti.

Sizce Arlo Olson’un tanıklığı ne kadar doğru? Siz bir yargıç olsanız bu derece net ifade de bulunan bir tanık beyanı karşısında hükmünüz ne olurdu? Aslında her birimiz kendi yaşamımızın yargıçlarıyız. Her gün her saat hem kendimizle ilgili hem de başkalarıyla ilgili kararlar verip, değer yargılarında bulunuyoruz. Belki de anlatınlar nedeniyle arkadaşlarımıza, akrabalarımıza darılıyoruz. Duyduklarımız ne kadar doğru?

Duyularımız aracılığı ile dış dünyadan gelen verilerin doğruluğundan hiç şüphe etmeyiz. Sanki o an için beynin işlevinin olmadığını, dış dünyadan alınan verilerin yalnızca duyular ile vücuda girmesinin yeterli olduğunu düşünürüz. Oysa tepemizde tüm verileri işleyen ve değerlendiren bir sistem bulunmakta. Deneyimlediğimiz her şey, algıladığımız her bir görüntü, ses ya da koku, dolaysız bir deneyim olmaktan çok, karanlık bir dünyada oynanan elektrokimyasal bir yorumdur (David Eagleman). Aslında deneyimlerimizle görürüz. Beyin sistemi en az enerji harcayarak çalışmaya programlanmıştır. Dış dünyaya ilişkin kurduğumuz deneyimlerimizden oluşan şemalar, çevremiz hakkında hızlıca bir fikir sahibi olmamızı sağlar, yani diğer bir değişle neyi görmek istiyorsak (ki buna da bilinçli şekilde karar veremeyiz, bunlar bilinç dışı kararlardır.) onu görürüz. Araştırmalar da insanların beklenmedik şeyleri fark etme konusunda zayıf olduğunu gösteriyor. Çoğumuzun izlediği bir video kayıttan bahsetmek istiyorum, bu çalışmada katılımcılara iki takımın basketbol topuyla birbirleri ile paslaştığı bir video kayıt izlettirilmiş ve katılımcılardan topun kaç kez el değiştirdiğini saymaları istenmiştir. Oysa videoda bir gariplik vardır. Goril kostümü giymiş bir kişi basketbol maçının tam ortasında girer kameraya doğru göğsünü yumruklar ve sonra yürüyerek çıkar. Bu sırada basketbol oyuncuları paslaşmaya devam ederler. Bu videoyu izleyenlerin gorili görmemelerinin mümkün olmadığı aklınıza gelebilir fakat sonuçlar böyle değil, katılımcıların yalnızca yarısı bunu fark etmiştir, diğer yarısı ise gorili hiç görmemiştir. Siz de bunu tanıdıklarınıza izleterek sonuçları görebilirsiniz. İşlenen olayların çoğu önceden beklenilmedik olduğundan ve siz de kısa süre önce benzer bir olay yaşamamışsanız suçun unsurlarındaki önemli ayrıntıları fark edememeniz hiç de şaşırtıcı olmaz. Unutmayalım ki zihin bir video kamera gibi çalışmaz.

Anılar kalıcı olmaktan uzaktır. Anılarımızı yaşadığımız psikolojik etmenlerle birlikte deneyimlediğimiz için de yaşadıklarımızı yanlış yorumlamamız olası. Yapılan araştırmalar; bir olaya tanık olunduktan sonra edindiğimiz bilgilerin ya da yönlendirici soruların bu olaya dair anılarımızı değiştirebileceğini ortaya koymuştur.

Gerçekleştirilen bir deneyde, Elizabeth Loftus deneklerine ikiden fazla arabanın karıştığı bir trafik kazası filmi gösterdi. Filmden sonra bazı deneklere ‘’arabalar birbirleriyle çarpıştıklarında ne kadar hızlı gidiyorlardı?’’ diye soruldu. Diğer deneklere de aynı soru soruldu fakat bir farkla o da çarpıştıkları kelimesi yerine vurdukları kelimesiydi. Birbirine vuran arabalar yerine birbirleriyle çarpışan arabalar hakkında soru sorulduğunda denekler arabaların çok hızlı gittiklerini tahmininde bulundular, filmi izledikten bir hafta sonra kaza yerinde kırık cam olduğunu belirtme ihtimalleri de daha fazlaydı. (filmde hiç kırık cam gösterilmemiş olduğu halde)

O halde anılarımızı çok iyi hatırladığımız yanılgısından kurtulmamız gerekiyor. Anılar yukarıdaki araştırmada olduğu gibi yönlendirici sorular, anıların kaynağında hataya düşme gibi bir çok nedenle bizleri yanıltıyor olabilir.

Konuya giriş yaptığım paragraftaki olayı değerlendirecek olursak, tanıklıkla ilgili diğer bir meseleye de giriş yapmış oluruz. Uzaklık arttığında artan mesafeyle birlikte ayrıntı da yitirilmektedir. Dolayısıyla beyne depolanan bilgi yüzeysel olmaktadır. İşte burada da bellekte depolanan bilginin geri getirilmesinde yatan hatalar devreye girer. Beyin muğlak şeylerden hoşlanmaz, dolayısıyla görünen şeyin belirsiz, hatta ayırt edilemeyecek nitelikte olduğunu kabullenmeden netleştirmeye dair argümanlar üretir. Tanık, zanlılara dair gösterilen fotoğraflardan benzerlik çok güçlü olmasa bile suçluya en çok benzeyen kişiyi seçer. Beyin seçim sürecinde benzetme yaptığının farkında olmaksızın, belirsiz bilgiyi benzerlik yoluyla netleştirir ve huzura kavuşur. Doğru karar!!!

Bir diğer önemli mesele de anıların yanlış olmasından ziyade, sahte anı üretilmesiyle ilgili. Sahte anı üretmek mi? Evet maalesef insan beyni sahte anı üretebilecek ve buna inanabilecek kapasiteye sahip.1988 yılında Washington Olympia’daki yaşanan bir olay, Paul Ingram’ın kızları babalarını cinsel taciz, şeytan ayinleri ve cinayetle suçlamış ve bu olayları yıllar sonra birden bire anımsadıklarını iddia etmiştir. Polis suçlarla ilgili herhangi bir delile ulaşamamış Ingram suçlamaları reddetmiştir. Buna karşılık en sonunda geçmişteki davranışlarını bastırmış olabileceğini, o halde, hiç birini anımsama bile, suçları işlemiş olması gerektiğini kabul etmiştir. Konuyu inceleyen uzmanlara göre Ingram’ın kızları gerçekten de taciz ve cinayetlerin yaşanmış olduğuna inansalarda aslında yanılıyorlardı.Anımsadıklarını sandıkları şey sahte anılarıydı.

Yukarıda anlatılan sosyal deneye inanmıyor olabilirsiniz o halde Kassin ve Kiechel’in yaptığı laboratuar deneyini bir okuyun. Kolej öğrencilerini, reaksiyon süresini ölçme çalışması gibi görünen bir deney için katılımcı öğrenciler laboratuarlara alındılar.Her öğrenci başka bir öğrenci tarafından (ki bu öğrenci deneyi yapanların bir elemanıydı) okunan bir dizi harfi yazıyorlardı. Çalışma başlamadan önce deneyi yapanlar şöyle bir uyarıda bulundu: ‘’Boşluk tuşunun yanındaki ALT tuşuna basmayın çünkü program çöker ve bilgi kaybolur.’’ Bir dakika kadar bilgi, girişinden sonra, birden bire bilgisayar donup kaldı. Çok gergin bir deneyci yazıyı yazanı ALT tuşuna basmakla suçladı.Yazıcı konumunda olan öğrenciler başta suçlamayı reddettiler.Sonra deneyi yapan kişi klavyeyle biraz oynayıp bilgilerin kaybolduğunu teyit edince ‘’ALT tuşuna bastın mı?’’ diye sordu.Yazıyı yazandan daha sonra ‘’ALT tuşuna bastım ve programın çökmesine neden oldum.Bigiler kayboldu.’’ diyen, kendi el yazılarıyla yazılmış bir itiraf imzalamaları istendi. Bunun baş araştırmacı tarafından bir telefonla sonuçlanacağı söylendi.

Deneye katılanlardan kaçı işlememiş oldukları suçu itiraf ettiler? % 69 gibi bir çoğunluğun itirafı imzaladığı bulundu.Dahası deneklerin %28’i daha sonra deneyle ilgisi olmayan bir arkadaşına yanlış tuşa basıp araştırmayı mahvettiklerini söylediler.hatta bazıları ALT tuşuna basmalarına neyin sebep olduğunu anlatan hikayeler ürettiler.

Hiçbir şey göründüğü kadar açık değildir.Yukarıda bahsi geçenler bilinçdışı sistemden kaynaklanan sorunlardı. Bir de bilinçli zihnin farklı saiklerle yaptığı eylemler var. Yalan söylemek gibi. O zaman duyduklarımızla ne kadar doğru bir değer yargısında bulunuyor ve ne kadar isabetli kararlar alıyoruz? Bu sorunun cevabını hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz.


Kaynakça:

Aranson&Wilson&Akert, Sosyal Psikoloji, 2012

Pratkanis&Aranson, Propaganda Çağı ve İknanın Gündelik Kullanımı ve Suistimali, 2008

David Eagleman, Beyin Senin Hikayen, 2017

Comments


bottom of page